Naim Tirali

Esendal'ı Son Ziyaret

Ankara'ya her uğrayışımda, ekseriya Cahit Külebi ve Adnan Bulak ile birlikte, Yenişehir'deki evlerinde kendilerini görmeye giderdim. Ziyaretlerimizin çoğunda, geceyarısı geçtiği halde bir türlü ayrılamazdık. Ara sıra bizlerin de lâfa karıştığımız olurdu, ama ekseriya Üstat anlatırdı. O kadar rahat, o kadar sade ve çekici bir anlatış tarzı vardı ki, dinledikçe insan bir ferahlık duyar, anlatılan her hadiseyi, görmüşçesine yaşamaya başlardı. Arkadaşlar ertesi günü daireye gitmek için erken kalkmak icabettiğini düşünerek müsaade istemeye kalkarlar, her defasında yeni bir konu açılması, yahut da Üstadın: "Beyim acele etmeyin. Daha erken…" demesiyle oturduğumuz koltuklara yeniden kurulur, masanın üzerindeki "Yeni Harman"dan birer tane daha tüttürürdük. Dışarı çıktığımız zaman, ekseriya saat geceyarısından sonra 2 yi bulmuş olur, vaktin bu kadar çabuk geçişine hayret ederdik.

Son ziyaretim ölümünden üç-dört gün önceye rastladı. Bu defa Adnan Ankara'da değildi. Ben de hemen ertesi günü İstanbul'a dönmek zorundaydım. Külebi, Yenişehir postahanesinden telefon etti. Ve saat 21 de Yüksel caddesinin yolunu tuttuk. Üstad her zamanki gibi bizi holde karşıladı. Fakat bu defa çalışma odasına değil de misafir odasına geçtik. Cahit'e ayrı, bana ayrı hal hatır sordu, işlerimizin nasıl gittiğini öğrendi. Son yavaş yavaş, tatlı bir eda ile kendi halinden bahsetti. Oğullarıyla kızlarıyla iftihar ettiği, fırsat düştükçe onlardan bahsetmesinden anlaşılıyordu. Biz de gıyaben Doktoru, Kaptanı ve Kerimelerini artık tanıyorduk. Doktorun doçentlik imtihanına hazırlandığını, Kaptanın gemisinin epey zamandır tamirde olduğunu biliyorduk. Fazla bir şikâyeti olmamakla beraber, istediği gibi çalışamayışına üzülüyordu. "Dalga geçiyorum beyim" diyordu. "Pencerenin kenarına oturuyorum, dışarıyı seyrediyorum. Ne var dışarıda? Ağaçlar, sokak, gelen geçen. Peki ama bilmiyor muyum bunları? Biliyorum. Ama gene oturup pencerenin kenarına, seyre dalıyorum. Sanki yepyeni şeylermiş bunlar gibi. Dalga geçiyorum anlayacağınız beyim. Pencere faslı bitiyor, şöyle bir uzanıyorum. Geçip masamın başına çalışsam ya, olmuyor işte…" Şu son günlerinde kendini yazmaya zorladıkça, sayfanın sonuna doğru yazısının küçüldüğünden, harflerin karınca duası haline geldiğinden şikâyet etti. Büyük bakla gibi harflerle yazmayı sevdiğini, elinde olmayarak yazısının küçülmesine canı sıkıldığını açıkladı. "Ama" dedi, "Makina ile yazmak mümkün diyeceksiniz. Fakat o da olmuyor her zaman. Elle yazmanın da bir zevki var. Elhasıl bütün bunlar bahane. İhtiyarladık artık. Gerçi fazla bir şikâyetim yok sıhhatçe, hamdolsun. Ağzımda fazla tükürük toplanıyor, işte o kadar. Eh bu da yaş icabı."

Lâf lâfı açtı. Bir ideal memleket anlayışı vardı. Baştanbaşa, dağınık köy evlerinin meydana getirdiği bir memleket düşünüyordu. İnsanlarının mesut olduğu, endişesiz çalışıp durduğu, sükun içinde bir memleket. Kendisine Salâh Birsel'in Şiirin İlkeleri kitabını takdim ettim ve Yenilik Yayınları arasında birkaç hikâye kitabını çıkarmayı teklif ettim. Salim Şengil'i kastederek, Salim Bey de istedi dedi. Bir basın ve yayın kooperatifiyle olan ilgisinden bahsederek, kooperatif ile münasebetini yoluna koyup bir hal şekli bulunca memnuniyetle kabul edeceğini söyledi. Hakkı Tarık Us için hazırladığı bir uzun hikâyeden bahsetti. Elinde yeni hikâyeleri bulunmayışına pek esef ediyor, hikâye istemeye gelenleri boş çevirmiş olmayı büyük bir kabalık telâkki ediyordu. Külebi'nin, "Türk Dili" için vaat ettikleri yazıyı hatırlatması üzerine: "Ah Cahit Bey, bilmezsiniz ne kadar üzülüyorum" dedi. "Geçenlerde Nurullah Bey ile Ağâh Bey de gelmişlerdi. Sözümü yerine getiremiyorum diye kendilerine karşı çok mahçubum. Ama gayret edeceğim, şu günlerde yine geçen defaki gibi bir mektep hatırası yazacağım "Türk Dili" için.

"Ayaşlı ve kiracılar"ndan bahsediyorduk. Romanın asıl isminin "Ayaşlı ile kiracıları" olduğunu, basılırken metinde de bir faslının atlanmış olduğunu söyledi. İkinci baskıda bu hataların düzeltilebileceğini işaret ettik. Gayet mütevazı bir eda ile "Aman Beyim" diye müdahale etti. "O kitap bir devri ve o devrin insanlarını anlatır. Bilmem ki artık enteresan tarafı kalmış mıdır?" İtiraz ettik. Ben "Ayaşlı ve Kiracıları"nı iki yıl önce okuduğumu ve bugün yazılan eserlerden daha yeni oluşuna hayran kaldığımı belirttim. Cahit üslubun sadeliğinden ve kahramanların canlılığından bahsetti. "Biz artık ihtiyarladık, yapacağımızı yaptık, siz kendi neslinize bakın. Öyle güzel hikâye yazanlarınız var ki. Asıl onlardan bekleyin eser vermelerini" diyerek konuyu değiştirdi. Konuşmalarından anlıyorduk ki o kadar hayatiyet dolu kahramanlarının bilâ istisna hepsini kendi yaratmıştır ve hiçbiri herhangi bir yaratığın kopyası değildir. Bir kahramanından bahsederken, o şöyledir, yahut ta onun şöyle olmasını istedim, şu hareketi yapması da bu yüzdendir diye izah ediyor, bunların yaşamış kimselerin kopyası olmadıkları halde bu derece canlı oluşları insanı kaleminin yaratma kabiliyeti karşısında dehşete düşürüyordu.

sayfa 1   2

hayat öyküsü roman ve öyküleri siyasi hayati mşe fotoğrafları hakkinda yazilanlar webmaster